GURUMLA TANIŞIN

Burada yolladığım yazılar Prabhupada’dan alıntılar, onun takip ettiği Krişna'nın ve Caitanya Mahaprabhu'nun öğretilerini, çevirilerini ve açıklamaları içeriyor. Peki Srila Prabhupada kimdir? Srila Prabhupada gelmiş geçmiş Vedik acaryaların günümüzdeki temsilcisi ve Vedik yazınları İngilizce'ye çevirerek tüm batı dünyasının da erişimine açan ve batının üniversitelerince ve özgün Vedik kültürünü benimseyen ruhların kabul ettiği Caitanya ile başlayan ruhsal öğretmenler zincirinin son halkası olan bir alim ve manevi öğretmendir. Prabhupada’nın yandaki merhametle bakan resminin, Richard Gere’in Umut Mevsimi (Bee Season) filmini izleyenler oradaki bir Hare Krsna tapınağında Richard Gere ile aynı karede duran resim olduğunu hatırlayabilir. Tüm bunlardan en önemlisi saf bir adanmışla tanışmış olmanın hayatınızı nasıl değiştirebileceği.Ben daha birçokları gibi Krişna’nın lütfuyla ve Prabhupada’nın merhametiyle onunla tanıştım, sizde tanışabilirsiniz.

1944 yılında Srila Prabhupada halen günümüzde de yayınlanan “Back to Godhead” (Tanrı’ya Dönüş) adlı magazini tek başına yayınlamaya başlamıştı.

Aşağıdaki alıntı, “Benlik-İdraki Bilimi” -The Science of Self-Realization- adlı kitabın önsözüdür. Kitap, Srila Prabhupada’nın “Back to Godhead” adlı magazinden seçilmiş çeşitli röportajları,konuşmaları ve makalelerinden oluşmaktadır.


Önsöz

En başından beri Kutsal Lütuf A.C. Bhaktivedanta Swami Prabhupada’nın tanışmış olduğum en olağan dışı kişi olduğunu biliyordum। İlk tanışma 1966 yazında, New York şehrinde oldu। Bir arkadaş beni aşağı Manhattan’daki Bowery’e “yaşlı bir Hintli svami”nin konferansını dinlemeye davet etti. Sefalet içinde konferans veren bir svami hakkında merakımı yenemeyerek oraya gittim ve zifiri karanlık bir merdivenden yukarıya, yolumu hissede hissede ilerledim. Yukarıya çıktıkça, çana benzer ritmik bir ses giderek yükseldi ve netleşti. Sonunda dördüncü kata ulaştım, kapıyı açtım ve işte oradaydı.

Bulunduğum yerden yaklaşık onbeş metre uzakta, uzun, karanlık odanın öteki ucunda yerden yükseltilmiş küçük bir platformda oturuyor, yüzü ve safran renkli giysisi küçük bir ışık altında parıldıyordu. Yaşlıydı, belki altmışlarında gibi diye düşündüm, ve dimdik haşmetli duruşu ile bağdaş kurarak oturmuştu. Başı traşlıydı, güçlü yüzü ve kırmızımsı boynuz kenarlı gözlükleri ona hayatının büyük kısmını okumayla meşgul olarak geçirmiş bir keşiş görünümü veriyordu. Gözleri kapalıydı ve bir el davulunu çalarken usulca basit bir Sanskritçe dua söylüyordu. Az sayıda dinleyici çağrıya karşılık olarak aralarda katılıyordu. Bir kaçı, duymuş olduğum çan benzeri seslerin sebebini izah eden el zillerini çalıyordu. Büyük bir merakla sessizce arkaya oturdum,
şarkıya katılmaya çalıştım ve bekledim.

Birkaç dakika sonra svami görünüşe göre önünde açık duran kocaman bir Sanskritçe ciltten İngilizce bir konuşma vermeye başladı. Ara sıra kitaptan ama daha sıklıkla hafızasından alıntılar yapıyordu. Her bir metin parçasını çok dikkatlice, detaylı açıklamalarla takip ediyordu ve
lisanın sesi çok güzeldi.

Felsefi terim ve deyimlerle karmaşık bir şekilde dantellenmiş söz dağarcığı onu bir bilgin gibi gösteriyordu. Zarif el hareketleri ve neşeli yüz ifadeleri konuşma tarzını oldukça etkiliyordu. Konu şimdiye dek karşı karşıya geldiğimin en ağırıydı: “Ben bu beden değilim. Ben Hintli değilim… Sizler Amerikalı değilsiniz… Hepimiz ruh canlarız.”

Konuşmadan sonra birisi bana Hindistan’da basılmış bir broşür verdi. Bir fotoğraf, svamiyi üç kitabını Hint başbakanı Lal Bahadur Shastri’ye verirken gösteriyordu. Başlık alıntısı Bay Shastri’nin bütün Hint devlet kütüphanelerinin kitapları sipariş etmeleri gerektiğinisöylüyordu. Bir başka küçük kitapta başbakan, “Kutsal Lütuf A.C. Bhaktivedanta Swami Prabhupada çok müthiş bir iş yapıyor ve kitapları insanlığın kurtuluşu için kayda değer yardımdır.”diyordu. Svami’nin Hindistan’dan getirdiğini öğrendiğim kitaplarından birer tane satın aldım. Kapaklarını, küçük broşürü ve diğer çeşitli yazınları okuduktan sonra Hindistan’ın en saygın manevi liderlerinden biri ile tanışmış olduğumu anladım.

Ama bu kadar üstün bir beyefendinin bunca yer içinden neden Bowery’de yaşayıp ders verdiğini anlayamadım. Elbette iyi eğitimliydi ve görünüşe göre aristokratik bir Hint ailesinde doğmuştu. Neden böyle bir yoksulluk içinde yaşıyordu? Nasıl olup da buraya gelmişti? Bir öğleden sonra bu durumu anlayabilmek için onu ziyarete gittim. Şaşırdım, Srila Prabhupada (ileride ona hitap etmeye başlayacağım gibi) benimle konuşmak için çok meşgul değildi. Aslında, bütün gün konuşmaya hazır gibi görünüyordu. Sıcak ve arkadaşçaydı. 1959 yılında, Hindistan’da gönül tokluğu düzenini kabul ettiğini ve kişisel ihtiyaçları için para taşımasına ya da kazanmasına izin verilmediğini açıkladı. Uzun yıllar önce öğrenimini Kalküta Üniversitesinde tamamlamıştı ve bir aile yetiştirmişti. Sonra da çok eski Vedik kültürünün tavsiye ettiği gibi, aile ve iş meselelerini en büyük oğullarına bırakmıştı.

Gönül tokluğu düzenini kabul ettikten sonra eski bir aile arkadaşı aracılığıyla Bir Hint yük gemisinde (Scindia Steamship Company şirketinin Jaladuta adlı gemisi) ücretsiz seyahat ayarlamıştı. 1965 yılının Eylül ayında yanında sadece yedi dolar değerinde rupileri, bir sandık dolusu kitapları ve birkaç giysisiyle Bombay’den Boston’a gemiyle yolculuğa çıktı. Manevi öğretmeni Kutsal Lütuf Bhaktisiddhanta Sarasvati Thakura ona Ingilizce konuşan dünyaya Hindistan’ın vedik öğretilerini vermeyi emanet etmişti. Bu nedenle altmış dokuz yaşında Amerika’ya gelmişti. Bana, Hint müziğini, yemeğini, dilini ve diğer çeşitli sanatlarını Amerikalılara öğretmek istediğini söyledi. Kibarca hayrete düşmüştüm.

Srila Prabhupada’nın küçük bir şilte üzerinde yattığını ve odanın arka tarafındaki iplere asılmış, yazın öğle sonrası sıcağında kuruyan giysilerini gördüm. Onları kendisi yıkamıştı ve Hindistanda kendi elleriyle yaptığı hünerli bir aletle kendi yemeğini pişiriyordu. Bu dört katlı aygıt içinde bir anda dört yemek pişiyordu. Yazılarını yazdığı neredeyse sonsuz sayıda kağıt her yanına ve odanın diğer bölümündeki çok eski görünüşlü, taşınabilen daktilosu etrafına yığılmıştı. Nerdeyse uyanık olduğu her saatini- öğrendiğime göre yaklaşık yirmidört saatin yirmi saati- satın aldığım üç cildin devamını daktilo ederek geçiriyordu. Bu, manevi hayatın hemen hemen bir ansiklopedisi olan altmış ciltlik set olarak tasarlanmış Srimad Bhagavatam’dı. Yayın için ona şans diledim, o da beni Pazartesi, Çarşamba ve Cuma günleri akşam konuşmalarına ve Cumartesileri verdiği Sanskritçe derslerine davet etti. Kabul ederek teşekkür ettim ve akıl almaz kararlılığı karşısında şaşkınlıkla ayrıldım. Bir iki hafta sonra -1966’nın Temmuzuydu- Srila Prabhupada’nın bir bakıma daha saygın bir çevre olan İkinci Cadde’ye taşınmasına yardım etme
ayrıcalığına sahip oldum. Bazı arkadaşlarla beraber aynı binada bulunan bir zemin kat dükkanını ve küçük bir avlunun gerisinde, ikinci kattaki daireyi kiraladık. Konuşmalar ve şarkılar devam etti ve iki hafta içinde hızla büyüyen topluluk, dükkanın (bu zamana kadar bir tapınak olmuştu) ve dairenin giderlerini sağlıyordu. Şimdi, Srila Prabhupada dinleyicilerine el ilanları basmaları ve dağıtmaları direktifini veriyordu, bir plak şirketi sahibi de onu Hare Krişna şarkısının uzun çalar kaydı için davet etmişti. Yaptı ve muazzam başarı getirdi. Yeni yerinde şarkı söylemeyi, vedik felsefeyi, müziği, japa meditasyonunu, güzel sanatları ve yemek pişirmeyi öğretiyordu. Önce kendisi pişirirdi –hep kendisi örnek yoluyla öğretiyordu. Sonuçlar o ana dek deneyimlemiş olduğum en harika vejeteryen yemeklerdi. (hatta, Srila Prabhupada yemeklerin hepsini kendisi dağıtırdı!) Yemekler genellikle bir pirinç yemeği, bir sebze yemeği, çapati (tam buğday unundan yapılmış içi boş küçük bir tür gözleme) ve dahldan (lezeetle baharatlandırılmış mung fasülyesi ya da kırık bezelye çorbasından) oluşuyordu. Baharatlar, pişirilme ortamı –ghee, ya da saflaştırılmış tereyağı- pişirme ısısına verilen yakın ilgi ve diğer detayların birleşiminin hepsi benim tamamen bilmediğim tat biçimlerini üretiyordu. Diğerlerinin de prasadam (“Rabbin merhameti”) adlı yemekle ilgili görüşleri kesinlikle benimkiyle uyuşuyordu. Barış Kolordusunda çalışan ve aynı zamanda da Çin dil bilgini olan birisi, Srila Prabhupada’dan klasik Hint stilinde nasıl resim yapılacağını öğreniyordu. İlk kanvaslarının yüksek kalitesine hayret etmiştim.

Felsefi tartışmada ve mantıkta Srila Prabhupada yenilmez ve yorulmazdı. Çeviri çalışmasını sekiz saat sürebilen tartışmalar için yarıda keserdi. Bazen yedi sekiz kişi çalıştığı, yemek yediği ve üzerinde uyuduğu 5 cm kalınlığındaki sünger yastığın bulunduğu tertemiz, küçük odaya sıkışırdı.

Srila Prabhupada “sade yaşam ve yüksek düşünme” dediği şeyi daima vurguladı ve örnek oldu. Manevi yaşamın sadece duygusallık ve kör inanç olmadığının, akıl ve mantık yoluylakanıtlanabilir bir bilim olduğunun üzerinde durdu. Aylık bir magazin başlattı ve The New York Times 1966 Sonbaharında onun ve takipçilerinin hakkında lehte bir resimli yazı yayımladı. Kısa bir süre sonra televizyon ekipleri geldi ve bir ana haber çekimi yaptılar. Srila Prabhupada’yı tanımak heyecan vericiydi. Yoga ve zikretmenin kişisel faydalarına olan arzumdan ya da sırf acemi merakımdan onun ilerleyişinin her adımını takip etmek istiyordum. Büyüme planları hem cesaret isteyen hem de tahmin edilemezdi –hep fevkalade başarılı oluyor gibi olması gerçeği dışında. Yetmişlerindeydi ve Amerika’ya yabancıydı, hemen hemen hiçbirşeyle gelmişti ama şimdi, birkaç ayda tek başına bir hareket başlatmıştı! Bu akıl alıcıydı. Bir Ağustos sabahı, İkinci Cadde dükkan-tapınağında Srila Prabhupada bizlere şunu dedi: ”Bugün Rab Krişna’nın doğum günü.” Yirmidört saat oruç tutacak ve tapınakta kalacaktık. O akşam boyunca Hintli bazı ziyaretçiler geldi. İçlerinden biri –neredeyse ağlayarak- dünyanın öbür yanında bu küçük, otantik Hindistan’ı bulmanın sonsuz sevincini anlattı. Böyle bir şeyi rüyasında dahi hayal edemezdi. Srila Prabhupada’ya etkili, güzel övgüler ve derin teşekkürlerini sundu, bağış bıraktı ve ayaklarına eğildi. Herkes derinden etkilenmişti. Daha sonra, Srila Prabhupada bu beyefendi ile Hintçe konuştu ve söyledikleri benim için anlaşılmaz olduğundan, her ifade
ve hareketinin nasıl da insan ruhunun en içine kadar işlediğini gözlemledim.

Sonra o yıl San Francisco’dayken, Srila Prabhupada’ya ilk uçak biletini yolladım ve New York’tan uçakla çıktı. Oldukça büyük grubumuz onu terminalde Hare Krişna mantrasını söyleyerek karşıladı. Ondan sonra onu arabayla Golden Gate Park’ın doğu yakasına, yeni kiralanmış bir apartman dairesi ve dükkan-tapınağa doğru götürdük – New York’takine çok benzer bir düzendi. Bir model kurmuştuk. Srila Prabhupada çok mutluydu.

Bir iki hafta sonra Hindistan’dan San Francisco’ya ilk mrdanga (iki taraflı, uzun, kilden yapılmış davul) ulaştı. Yukarıya, Srila Prabhupada’nın dairesine haber vermek için çıktığımda gözleri genişçe açıldı ve heyecanlı bir sesle bana hemen aşağı inip sandığı açmamı söyledi. Asansöre binip zemin kata indim, giriş kapısına doğru yürürken Srila Prabhupada’yı gördüm. Mrdangayı görmeye o denli hevesliydi ki, merdiveni kullanıp asansörü yenmişti. Sandığı açmamızı istedi, üstüne giydiği safran kumaştan bir parça yırttı ve sadece iki başı açık bırakarak, davulu kumaşla sardı. Sonra şunu dedi: “Bu hiç çıkmamalı” ve nasıl çalınacağı ile bakımı konusunda detaylı bilgi vermeye başladı.

Yine San Francisco’da, 1967’de, Srila Prabhupada Ratha-yatra, Arabalar Festivali’nin törenle açılışını yaptı. Bu onun sayesinde şimdi bütün dünyada kutlanan birkaç festivalden biridir. Ratha-yatra ikibin yıldan beri Hindistan’da, Jagannatha Puri’de kutlanmaktaydı ve 1975’e gelindiğinde festival San Francisco’lularla o kadar popüler hale geldi ki, belediye başkanı resmi bir bildiri ile “San Francisco’da Ratha-yatra Günü” ilan etti.

1966 sonunda Srila Prabhupada müritleri kabul etmeye başlamıştı. Kendisini Tanrı olarak değil, Tanrı’nın hizmetçisi olarak düşünmeleri gerektiğine hemen dikkatleri çekerek, müritlerinin kendilerine Tanrı gibi ibadet etmelerine izin veren kendi kendini biçimlendirmiş guruları(ruhani öğretmenleri) eleştirdi. “Bu ‘tanrılar’ çok ucuz,” derdi. Bir gün, birisi “Siz Tanrı mısınız?” diye sormuştu. Srila Prabhupada yanıtladı, “Hayır, ben Tanrı değilim – Tanrı’nın bir hizmetçisiyim.” Sonra bir süre düşündü ve devam etti, “Gerçekte, Tanrı’nın hizmetçisi değilim. Tanrı’nın hizmetçisi olmaya çalışıyorum. Tanrı’nın bir hizmetçisi olmak kolay değildir.”

Yetmişlerin ortalarında Srila Prabhupada’nın çeviri ve yayınları dramatik bir biçimde yoğunlaştı. Bütün dünyadan bilim adamları kitaplarını olumlu eleştiri yağmuruna tuttu ve neredeyse tüm Amerikan lise ve üniversitelerinde standart ders kitabı olarak kabul edildiler. Müritlerinin yirmibeş dile çevirdiği ve büyük para harcayarak ellibeş milyon kopyasını dağıttığı toplamda yaklaşık seksen kitap üretti. Dünya çapında yüzsekiz tapınak kurdu, yaklaşık onbin inisiasyon Almış müridi ve milyonlarca takipçi topluluğu vardı. Srila Prabhupada, dünyada ki seksenbir yıllık ikametinin son günlerine dek çeviri yapıyor ve yazıyordu.

Srila Prabhupada yalnızca başka bir doğu bilgini, guru, mistik, yoga öğretmeni ya da meditasyon eğitmeni daha değildi. O bütün bir kültürün kendisiydi ve bu kültürü Batı’ya aşıladı. Benim ve pek çokları için o samimiyetle ilgi gösteren, başkalarının iyiliği için çalışmak üzere kendi rahatını tamamıyla feda eden, ilk ve en öndeki kişiydi. Onun özel hayatı yoktu, yalnızca diğerleri için yaşadı. Ruh bilimi, felsefe, sağduyu, güzel sanatlar, diller, vedik yaşam yolu –hijyen, beslenme, tıp, görgü kuralları, aile yaşamı, çiftçilik, sosyal organizasyon, eğitim, öğretim, ekonomi ve daha pek çok şeyi öğretti. Benim için o bir başöğretmendi, babaydı ve yürekten dostumdu. Srila Prabhupada’ya derinden borçluyum ve bu borcumu hiçbir zaman ödeyemeyeceğim. Ama en azından onun en içinde taşıdığı arzusunu – kitaplarının yayımlanması ve dağıtılmasını- yerine getirebilmek için diğer takipçilerine katılarak biraz minnetimi gösterebilirim. Srila Prabhupada bir defasında, “Ben hiçbir zaman ölmeyeceğim,” demişti. “Kitaplarımda sonsuza dek yaşayacağım.” 14 Kasım 1977’de bu dünyadan ayrıldı, ama hiç şüphesiz sonsuza dek yaşayacak.

Michael Grant
(Mukunda dasa)

www.harekrishnaturkey.com / harekrishnaturkey@yahoo.com
Tarafından sizin için çevrildi. Umarım faydalı bulmuş sunuzdur.

1 yorum:

engin sunar dedi ki...

Hari Bolll!..

Cok Cok teşekkürler...

Copyright © 2008 - Hare Krishna Turkey - is proudly powered by Blogger
Smashing Magazine - Design Disease - Blog and Web - Dilectio Blogger Template